SİTEDE ARA

FATİMA MUCİZESİ (!)
29 Ocak 2018

Bu olay üzerinde çeşitli dillerde otuzu aşkın kitap okuduğum, müthiş ilgimi çeken, bende merak uyandıran ve yaşandığı iddia edilen bir hikâye, daha doğrusu bir mucize.  2005 yılında bir iş gezim sırasında bilerek, isteyerek yolumu düşürdüm tüm o anlatılanların geçtiği iddia edilen Fatima kasabasına. Portekiz’in kutsal mekânı Fatima,  Coimbra’nın 70 km. kadar güneyinde, başkent Lizbon’un da 142 km. de kuzeyinde, ülkenin Qurem Bölgesinde yer alıyor. (Bu bilginin kime ne yararı olacak bilmiyorum da, her ne hikmetse 13 sene önce yolluğuma bu notları düşmüşüm.) Vardığımda tam bir endüstriyel bir kasabaya düştüğümü ilk görüşte anladım. Her yerde dinsel objeler, tablolar, tespihler, dinsel sembollü tişörtler, gömlekler, panolar, tabaklar, kısacası ne var ne yok aklınıza ne geliyorsa hepsinin üzerine dinsel bir motif işlenmiş ve tezgâhlarda meraklılarını bekliyor. Hem de öyle böyle değil bayağı yüksek fiyatlarla. Tam bir dinsel sömürü anlayacağınız. Fatima kasabasında yerel dükkân sahipleri kadar dünyanın hemen her yerinden gelerek büyük hava paraları karşılığında dükkân işletenler resmen servet yapıyorlar. Her yer tıklım tıklım, caddeler, kafeler, dükkânlar, insan kaynıyor, tabii o oranda da trafik var. Sayısız turist otobüsleri, özel araçlar, taksiler, gıdım gıdım ilerliyoruz. Müthiş bir sıcak, hafif esinti var gerçekte ama her taraf beton olduğundan rüzgâr sıcak havayı üflüyor yüzünüze.  Her neyse sonunda Hotel Anjo de Portugal’e, otelime vardık. Güzel, modern, lüks bir oteldi. Bir duş alıp üzerimi değiştirdikten sonra otelden ayrılıp, caddede yürüyen binlerin arasına katıldım. Orada yaşadıklarımı anlatmadan önce size Fatima’dan olup bittiği iddia edilen bu mucizenin hikâyesini anlatayım.

 

10 yaşındaki Lucia Santos ve kuzenleri, 7 yaşındaki Jacinta ve 9 yaşındaki Francisco Marto, ilk olarak 13 Mayıs 1917 tarihinde, Fatima’ya bir km. uzaklıkta bulunan Aljustrel köyündeki “Cova da Irina” denilen bölgede, koyunlarını otlatırlarken, yağmur başlar ve çocuklar bir meşe ağacının altına sığınırlar. Bu sırada sığındıkları meşe ağacına yıldırım düşer. Korkuları, şaşkınlıkları geçtikten sonra o yıldırım düşen ve hala tütmekte olan meşe ağacının üstünde bir siluet fark ederler. Dikkatli bakınca bu görüntünün elinde tespih bulunan, beyazlar giymiş bir bayan hayaleti olduğunu görürler. Çocuklara korkmamalarını söyleyen bu hayalete sonraları  Fatima Our Ladyismi verilir. Sonradan Meryem’e ait olduğu düşünülen bu görüntü konuşmaya başlar ve hala tiril tiril titreyen çocuklara “korkmamalarını” yineler, ardından “buraya bir kilise yaptırmalarını” ekler.(!) Bunun üzerine 3 çoban çocuk koşa koşa köye döner (o zaman Fatima çok yoksul bir köydür, çevredeki diğerleri gibi) gördüklerini ve kendilerine söylenenleri, yaşadıklarını “Aljustrel köyünde” köydeki din adamlarına anlatırlar. Lucia görüntüyü “güneşin yakıcı ışıkları ile delinmiş bir kristal camdan daha net ve daha güçlü ışıkları olan, güneşten daha parlak” olarak tarif etmiştir. Din adamları önce çocuklara inanmaz ve defalarca çocukları sorgularlar. Hatta yaşanan bu olay, Portekiz’de ülke çapında, birçok tartışmaların çıkmasına neden olur. Neticede çobanlık yapan, herhangi bir eğitim almamış ve küçük yaştaki 3 çocuğun bu derece bir hayal kurmaları, hayal görmelerinin mümkün olmayacağı düşünülmüş olsa gerek, anlattıklarının doğru olduğuna kanaat getirilmiştir. (Oysa o yıllarda yörede bu tür dinsel hayaletlerin görünmesinin son derece doğal olduğu yöresel gazeteciler açıklayacaklardı)

 

Takip eden süreçte, değişik tarihlerde Meryem’in hayaleti çocukların karşısına yine çıkar. 1917 yılında Mayıs-Ekim ayları arasındaki dönemde, her ayın 13’ncü günü (13 Mayıs, 13 Haziran, 13 Temmuz, 13 Eylül, 13 Ekim) yine aynı yerde, hayalet çocukların karşısına çıkarak onlara çeşitli kehanetlerde bulunur. (13 Ağustos, hayaletin görünme günü olarak kabul görmez ve o gün kutlanmaz, çünkü o gün çocukların kaçırıldığına inanılır (!)Oysa o tarihte çocuklar kaçırılmamış, ancak bölge valisi tarafından köyden çıkmaları yasaklanmıştır. Yani köyde, evlerinin önünde oynamaktadırlar.) 13 Haziran 1917 tarihindeki ikinci görünmesinde çocuklara iki ölüm kehanetinde bulunur. 10 yaşındaki Lucia Meryem’e kısa sürede onları cennete alıp almayacağını sorduğunda, Melek, “Evet, ben yakında Jacinta ve Francisco’yu cennete alacağım” şeklinde cevap verir. İki yıl sonra Francisco Marto ve Jacinta 1919 yılındaki İspanyol grip salgınında ölürler. (13 Mayıs 1989 tarihinde Papa John Paul II tarafından aziz ilan edilmişlerdir). Hatta Jacinta’nın aziz ilan edilen en genç şehit olduğu söylenir. Lucia ise sessizliğini sürdürdü ve birkaç yıl sonra da Rahibe Maria das Dores adını alarak Coimbra Manastırı'na girdi.

 

13 Temmuz 1917 tarihindeki üçüncü görünmesinde ise: Meryem Ana(!)  gelecek hakkında kehanetlerde bulunur ve bunları çocuklara söyler. Bu kehanetler “üç sırlar” olarak tanımlanır. Bu arada her üç görünmede de Meryem Ana çocuklara günahlardan kurtulmak için çeşitli bol bol dua etmeleri, tespih çekmeleri, günah çıkarmalarıyla ilgili vaazlar verir. Bu vaazlarında ayrıca kişisel ve dünya barışı için önemli şeyler söyler. Her ayın 13’ünde yani üç çocuğun Meryem Ana’yla buluştukları gün, kalabalık gitgide artar. Bu olayları duyan, merak eden ve tartışmalara katılan Hıristiyanlar, olay yerini görmek ve belki de hayaletin görünme olayına tanıklık etmek amacıyla 13 Ekim 1917 günü Fatima bölgesinde toplanırlar. Toplanan kalabalık 70 bin kişiye ulaşır.
 

Milagre do Sol-Güneş Mucizesi:

Bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyordu ve bir Hazreti Meryem vizyonu için fevkalade kötü bir ortam vardı. Kalabalık sabırsızlıkla beklerken öğle saatlerinde birdenbire gökyüzünü kara bulutlar kaplar ve ardından şiddetli bir sağanak başlar. Alanda bulunanlar sırılsıklam ıslanırlar, toprak çamur ve suyla kaplanır. 10-15 dakika kadar sonra karanlık bulutlar açılır ve güneş gökyüzünde parlar yeniden. Herkes rahat bir nefes almıştır ki güneş bu kez bir topaç, disk misali titremeye, çevresine renkli ışıklar saçmaya başlar. Güneş titremeye ve sallanmaya başladı. Sola, sağa doğru sert bir şekilde hoplarken nihayet devasa bir çatapat veya havai fişek gibi inanılmaz bir hızla kendi etrafında dönmeye başladı. Yıldızımızdan fırlayan, taşan yeşil, kırmızı, mavi ve mor renk cümbüşü tüm çevreyi gerçeküstü bir ışığa boğdu. Olayı binlerce insan gördü ve seyretti. Görgü tanıkları güneşin sanki bir ara, onu izleyenlere bir iki dakika dinlenmelerine fırsat verircesine olduğu yerde durduğunu iddia ettiler. Ve sonra güneş yine havai fişek gibi dönüşüne devam etti, etrafına göz kamaştırıcı ışıklar saçarak. Görenlerin anlatmasına göre olay kelimelerle ifade edilecek cinsten bir şey değildi. Bir süre geçtikten sonra bu muhteşem olay bir üçüncü defa tekrarlandı. Ve tüm bu güneş mucizesi 12 dakika sürdü ve 40 kilometre çapındaki her yerden seyredilebildi. Çevredeki bulutlar üzerinde gölgeler oluşur. Güneş, daha sonra zikzaklar çizerek, yere doğru alçalır, yükselir. Tüm bu olanlar o anda, alanda toplanan ve olanlara tanıklık edenler tarafından daha sonraları  “dünyanın sonu geldi zannettik” demelerine neden olacaktır. Yağmurun o sırada gerçekten yağdığı olaya şahit olanların giysilerinin ıslanmasıyla açıklanacaktır. Ancak, daha sonra yine görgü tanıklarının ifadelerine göre toprak aniden ve tamamen kuruduğu halde, giysileri hala sırılsıklamdır. (!) (Bu ifadeler 1917 tarihli bir gazeteden alınmıştır). Olay Roma Katolik kilisesi tarafından da bir mucize olarak kabul edilmiştir. Hatta tüm bu kargaşalığa karşın, alanda bulunan topluluğun içindeki üç çoban çocuğun, olay sırasında Fatima Our Lady’nin hayaletini gördükleri ve kendisiyle konuştukları söylenir. Bu arada üç çoban çocuğun Meryem Ana'yla konuştuklarını söylediği anlarda, orada bulunan hiç kimse kendisini görememiştir, hem de hiçbir randevuda. 

 

Ancak olayla ilgili eleştiriler de yapılır. Örneğin, güneşe uzun süre bakan topluluktaki insanların, sürekli bakılan kuvvetli güneş ışığının retinaya etkisi sebebiyle optik halüsinasyonlar gördükleri, kitle psikolojisi vs. gibi fiziksel, zihinsel etkilerden bahsedilmektedir. Üstelik ülkenin hemen her yerinden Mucizeye tanık olmak ve Kutsal Meryemi görmek için böylece beyinleri şartlanmış bir halde binbir zahmete katlanarak gelen bu binlerce insanın (Yıl 1917), elleri boş bir halde gerisin geriye dönmeleri de pek hoş olmazdı bizce. Onlara bir hikâye, bir mucize gerekliydi. Bu konuya aşağıda etraflıca değineceğiz.

 

 

ÜÇ SIR (!)

Evet, üç sırdan söz etmek gerekirse: Melek tarafından, çocuklara söylenen üç sırdan ilk ikisi çocuklar tarafından din adamlarına açıklanır ve din adamları bu iki sırrı halka açıklarlar. İsa’yı anın, bol bol tesbih çekin, dua edin, günah çıkarın’dır o zaman açıklanan bu ilk iki sır. Oysa halka açıklanan bu iki sır ve açıklanmayan üçüncü sır yazılı değildir. 1941 yılında, Papa Lucia’dan, kendisini azize ilan edebilmesi için sırları yazılı hale getirmesini ister. Bunun üzerine, Lucia aynı tarihte, her sırrı ayrı zarflar içine yazarak, Papa’ya teslim eder. Ancak üçüncü sır yazılmamıştır. Leiria piskoposu üçüncü sırrı öğrenmek istediğini söylediğinde, Lucia, bu üçüncü sırrı gizlice bir kâğıda yazar ve 1960 yılına kadar açılmamasını istediği bu zarfı mühürleyerek kendisine teslim eder. Bu sırların nitelikleri hususunda gerek kilise, gerekse basın yılardır bir anlamda savaş vermekteler. Bazı yayın organları Fatima olayının tamamen düzmece olduğunu, bu tür mucize masallarının Vatikan’ın Hıristiyanlığı gündemde tutma gayretlerinden sadece biri olduğunu vurgulamaktalar. Konuyu dikkatle incelediğimizde bugüne dek kilise tarafından yayınlanan pek çok “Fatima sırrı” bulunduğunu ve de bunların çoğunun birbirinde apayrı konuları içerdiğini de görüyoruz. Neyse biz en bilinen “sır”larla devam edelim.

 

Birinci sır: Cehennemin korkunç görünümünden, alevlerden, katran kazanlarından, zebanilerden söz edilmektedir. (Gerçekten de hiçbir din kitabında ya da dinsel söyleşilerde bahsedilmeyen bir bilinmez (!), müthiş bir bilgi)

 

İkinci sır: I. Dünya savaşının bitiminin ardından, II. Dünya savaşının çıkacak olmasıdır. Bu kehanetinde, Meryem Rusya’yı uyarmaktadır. Rusya’da Çarlık Rusya’sının yıkılacağını, çünkü bu dönemde Rusya’da dine karşı saygının azaldığını, kiliselerin yıkılıp tahrip edildiğini ve bunun da yıkılmanın asıl nedeni olacağını söyler. Yalnız burada önemli bir çelişki söz konusu bizce.  Konuyu önemine binaen biraz açmakta zaruret görüyoruz. 

 

17. yüzyılda Çar I. Aleksey (Aleksey Mihayloviç Romanov, 1645-76 yılları arasında  hüküm sürmüş Rusya çarı 1629-1676) döneminde açık biçimde karşı karşıya gelmeye başlayan ve aralarındaki ilişkide artık eşit taraflar olmayı kabul edemeyeceklerini gösteren kilise ile devlet, I.Petro (Büyük Petro 1672-1725) döneminden itibaren yeni bir ilişki biçiminin tarafları oldular. (I. Petro tarafından patrikliğin kaldırılmasına kadar geçen süreçte, Moskova Patrikleri halk nezdinde ikinci hükümdar, hatta sahip oldukları dini özellikler nedeniyle çardan daha üstün kabul edilmişlerdir)  Zira reformist kimliği ile Rus tarihinin ana figürlerinden birini oluşturan I. Petro, kilise-devlet gerginliğini ortadan kaldırarak reformlarına sağlam bir zemin oluşturmak ve ülkedeki mevcut çift başlılığa son vererek kendi mutlak düzenini kurmak amacıyla patrikliğin varlığını sonlandırdı. Patrikliğin yerine ruhban kurulundan oluşan, tamamen çara bağlı olan ve Kutsal Sinod olarak adlandırılan kurumu geçirdi. Böylece patriklik sisteminden sinodal sisteme geçiş yapan I. Petro, kilise ile devlet arasında 17. yüzyıla kadar var olan “imtiyazlı kilise”yi sonlandırarak, kiliseyi devletin kontrolü altına bırakıyordu Nitekim Sinod’un başına ruhban sınıfından olmayan ve çarın fermanıyla atanan bir devlet yetkilisi getirilmiş devlet yapısının bir parçası olarak kabul edilen ROK, devletin baskı ve boyunduruğu altında bırakılmıştı. Kilisenin tüm finansal kaynakları devlet kontrolü altına alınırken, ruhban sınıfında sayıca azalmaya gidilmiş ve yeni bölge kiliselerinin oluşumuna yasak getirilmişti. Bir başka deyişle devlet kilisenin baskısına, üstünlüğüne son vermiştir. Devletin bir aracı haline dönüşen ROK’un bu pozisyonu, Bolşevik Devrimi’ne kadar devam etmiş, Ortodoksluk ise Rus milli kimliğinin önemli bir bileşeni olmayı sürdürmüştü. Anlatmaya çalıştığımız üzere Çarlık Rusya’da Meryem Ana’nın belirttiği gibi bir kilise yakma, yıkma söz konusu olmamış ancak devlette yapılan reformla yeni bölge kiliselerinin inşasına yasak getirilmişti.  Elbette ki tüm dini çevrelerin olduğu gibi bu yeni durum Meryem Ana(!)nın da hoşuna gitmemiş olacak ki konuyu gündemine almış bir sır olarak. Çarlık Rusya’sının yıkılmasının ardından kurulan komünist SSCB yönetimi de dine karşıdır ve bu dönemde de, kiliseler yıkılıp, tahrip edilmemiş ancak geçici bir süre kapatılmıştır. Meryem Ana’(!) nın kafası bu siyasi gelişmelerden hayli karışmış bizce.

 

Gelelim üçüncü sırra: Vatikan; 2000 yılı Paskalya dönemine kadar, bu üçüncü sırrı gizli tutmuştur. Çünkü Lucia söylenenlere göre, üçüncü sırrın ancak 1960 yılı sonrasında halka açıklanmasına izin vermiştir. Lucia, 1917 yılının Mayıs-Ekim ayları arasında Meryem Ana tarafından kendisine verildiğini öne sürdüğü mesajın ilk iki bölümünü 1941'de kaleme aldı ve hiyerarşik yoldan Vatikan'a, Papa 12. Pius'a ulaştırdı. İki yıl sonra,1943'te mesajın üçüncü bölümünü yazdı. (Vatikan’ın sıradan bir rahibeyle böylesine iddialı bir sır açıklanması konusunda anlaşma yapıyor olması son derece ilginç) Üçüncü sır 2000 yılında halka açıklanmış, ancak beraberinde çeşitli çelişkili yorumlar da getirmiştir. Vatikan tarafından açıklanan bu üçüncü sır “Bir dağın tepesinde, bir haç dibinde, papanın gizli birçok piskopos ve rahiple birlikte, askerler tarafından öldürüleceği”dir. Tabii böyle bir durum gerçekleşmemiş, ancak Vatikan bu üçüncü sırrı 13 Mayıs 1981 tarihinde, Vatikan Aziz Petrus Meydanında, Mehmet Ali Ağca tarafından, Papa John Paul II’ ye yapılan suikast girişimiyle” izah etmiştir. Hatta daha da ileri giden Papa, Ağca’nın kendisine uzanan ve tabancayı tutan kolunun “Fatima Our Lady” yani “Fatima bölgesinde görülen Meryem hayaleti” tarafından saptırıldığını söylemiştir. Beyaz giysili bir din adamının yani Papa’nın, Mehmet Ali Ağca tarafından vurulması üçüncü sır olarak açıklandıysa da bunun mesajın daha önce açıklanan bölümüyle karşılaştırıldığında son derece mantıksız bir iddia olduğu anlaşılmaktadır.

 

Konuyla ilgili çoğu piskopos olan pek çok din adamından farklı yorumlar da yapıldı. 1959'da yani sırrın açıklanmasına bir yıl kala, Papa 23. Jean, bir zarfta bulunan ve Portekizce yazılmış mesajı açıp ağır ağır okudu. Sonra derin düşüncelere daldı ve mesajı tekrar zarfa koyup mühürledi. Bir iddiaya göre, üçüncü bölümle ilgili olarak, yakınındaki din adamlarına söyle dedi: "Bu bölümü çok gizli tutmak zorundayız. Çünkü anlatılanlar tüm dünyada panik yaratabilir..." Ve böylece, 23. Jean'ın, konuşulmasını bile yasakladığı "sır" 1960 yılında da dünyaya açıklanmadı. 1967 yılında 23. Jean'dan sonraki Papa 6. Paul, Fatima olayının 50.yılı törenlerine katılmak üzere Portekiz'e hareket etmeden önce zarfı açtı ve "sırrı” okudu. Kendisine yakın çevrelerin ifadelerine göre 6. Paul derin bir bunalıma girmiş ve günlerce kendisine gelememişti. Bir söylentiye göre 6. Paul, Fatima mesajının bir bölümünü, nükleer faaliyetlerin dünyayı nasıl bir uçurumun kıyısına getirdiği anlaşılabilsin diye, Washington'a, Londra'ya ve Moskova'ya göndermişti. 1967 yılından sonra yapılan atom ve hidrojen bombası denemelerine bakıldığında bu süper güçlerin papa'nın sözünden çıkmadıkları (!) anlaşılıyor.

 

 Hikaye devam ediyor.. Sonraki Papa, Vatikan’ın tarihi boyunca görmediği kadar aydın, ileri görüşlü ve alışılmışın dışında bir din adamı olan 1. Jean Paul idi. Ne var ki, 1978'de göreve geldikten 33 gün sonra aniden ölüverdi. Yarı açık yarı kapalı açıklama şöyleydi: “Papa, Fatima’nın üçüncü sırrını okudu ve yorgun kalbi buna dayanamadı!” 1. Jean Paul, daha başlangıçta Kilisenin tutuculuğuna karşı reformcu tavırlarıyla dikkat çekmişti ve üstelik kalbi de sapasağlamdı.  Kendisi, belki de üçüncü sırrı tüm dünyaya ifşa edebilecek Papa kanaatini uyandırmış ve bu yüzden de bazı çevrelerce tehlikeli (!) sayılmaya başlanmıştı ve kuşkusuz Fatima’nın üçüncü sırrını biliyordu. 2000 yılının mayıs ayında, Fatima olayının 83. Yıldönümünde Papa 2. Jean Paul’un üçüncü sırrı açıklayacağı söylentileri yayıldı, yerli ve yabancı yayın organlarında. Evet, açıklandı ancak yukarıda bahsettiğimiz açıklamaların (eğer varsa) gerçek sırrın kendisi olmadığı, olamayacağı ortada. Genel kanı, kilisenin sıra savdığı. Üçüncü sır hala Vatikan'da, Papa'nın elinin altındaki bir kutunun içindeki kapalı bir zarfta bulunuyor. Mesaj anlaşıldığı kadarıyla daha çok Kilise’ye ve dünyanın gidişatını elinde tutan ülke liderlerine bir uyarı niteliği taşıyor. İşte benim çok ilgimi çeken Fatima Olayının/Mucizesinin kısa hikâyesi bu. Çok mu karmaşık, haklısınız. Gerçeklerle hayallerin, doğrularla yalanların içiçe girdiği bir sırlar yumağı.

 

Ancak tüm bu okuduklarım, ziyaretim sırasında konuştuğum rahipler, rahibeler ve koyu Katolik halkla yaptığım sohbetler ortaya koydu ki, herkesin hikâyesi ortak gibi görünüyor olsa da, anlatılanlar dikkatlice irdelendiğinde aralarında önemli farklılıklar bulunuyor. Yani herkesin kendi doğrularına, kendince yaklaştıkları bir algılama söz konusu. Tüm bu Fatima Olayına inanıp inanmamayı size bırakarak, ben aklımı kurcalayan bazı sorulara cevap arayacağım.

 

Meryem Ana Fatima köyünde onca çocuk varken, neden sadece bu üç çocuğa (ki ikisi 2 yıl sonra öleceklerdi) kendisini gösteriyordu. Bazıları çocuk ruhunun ve de benliğinin saflığından, temizliğinden dem vursalar da bu yaklaşım beni tatmin etmedi. Ne yani çocukların Fatima köyündeki akranları kirlenmişler miydi? O köyde yalnızca bu üç çocuk mu vardı saf ve temiz olan? Sorulara devam edelim..

 

1.     Olayın Azize Iren'in Mağarası’nın hemen yakınındaki bir ağaçta (Cova da Iria) gerçekleşmesi bir tesadüf müydü? Niye başka bir yerde değil de kutsal sayılan bu mağarada? Sonra kimdi bu Azize Irene? Çocuklara görünen varlık (eğer varsa) Meryem değil de bu azize olamaz mıydı?

2.      Dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli kent ve kasabalarında Meryem Ana sadece seçilmiş (!) üç çocuğa değil, kalabalıklara hissettirmişti varlığını. Mucize güneş olaylarını da gerçekleştirmişti. Hala da bu tip olaylar gerçekleşmektedir. (Bu konuya sonra değineceğiz)

3.      Özellikle gitgide kalabalıklaşan buluşmalarda kalabalıkla ilgili siyah beyaz fotoğraflar varken, neden bu üç çocuğun tasvir edildiği gibi, dizüstü çökmüş gözlerini hemen karşılarında duran kiraz ağacına dikmiş fotoğrafları çekilmemişti? Dediklerine bakılırsa Kutsal Meryem o ağacın hemen üzerinden kendileriyle konuşmaktaydı. (bu konuda yayınlanan tüm fotoğraflar, çok sonraları bu konuyla ilgili çekilen filmden alınmış karelerdir)

 4.     O gerçekten inanılmaz, muhteşem 10-15 dakika kadar süren güneş mucizesi gerçekleşirken fotoğrafçılar, başlarını göğe kaldırmış insan kalabalıklarını çekmişken, neden olayın gerçek kahramanı “çıldırmış güneşi” çekmeyi akıl edememişlerdi? Sonuca odaklanmak tamam da o sonuca neden olan olay niye göz ardı edilmişti?

5.     Bu Fatima’nın üç sırrı hikâyesi de neydi? İlk iki sır açıklandığında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Kutsal Meryem bu “müthiş sırlarında”, inananlara daha sık ve daha çok ibadet etmeleri gerektiğini, Hz. İsa’ya ve öğretilerine sıkı sıkıya sarılmalarını istemişti. Bu muydu büyük sır?

 

Bu soruları çoğaltmak mümkün elbette. Eminim kafamdan geçen bu soruları okuyunca çoğu kimse de bu konuya duyduğum sıkıntılara hak verecektir. Bizim inancımızda insan herhangi bir olay karşısında mutlaka, Ne-Neden-Niçin-Nasıl-Nerede ve Kim sorularını sormalıdır. Bunların cevaplarına göre hayal ve gerçek olduğuna karar vermelidir. Yukarıdaki 6 soruya tek tek cevap vermektense toplu bir yanıt vereceğiz. Hiç kimse Fatima’da o tarihte yaşayan diğer çocukların, bu üç çobandan daha duyarsız, kirli olduklarını iddia edemez. Böyle bir ölçü yok, değerlendirme yapılması imkânsız. Öyleyse burada verilmesi çok zor bir cevap bulunmakta. Felsefi, ezoterik, teolojik ispatlanması olanaksız deyişler yerine konuya bir çocuk oyunuyla başlayan sonra da toplumsal histeri, kitle halüsinasyonuna dönüşen bir sanrı demek en doğru cevap bizce. 1914 yılı Avrupa’da özellikle Portekiz, İspanya, Almanya ve Fransa’da Hıristiyanlığın çok katı bir şekilde yaşandığı bir süreç. Özellikle şehirlerden kopuk, kırsal alanda çok büyük sıkıntılar yaşayan köylüler kurtuluşu dinde ve de mucizelerde aramakta. Bunlar sıkıntılardan kurtulmaları için önemli bir çıkış yolu. Hemen her kırsalda mutlaka bir kutsal var. Burada Azize Iren'in Mağarası (Cova da Iria). Kim bu Azize diye yaptığımız araştırma bizi çok ilginç sonuçlara götürdü. Katolik mezhebinde pek çok Azize Iria -İrene- bulunuyor. Bunların çoğu bakire ancak Papa Saint Damasus I’in (c. 304-384) kızı da kutsal Azize Irene ve annesiyle (Laurantia) beraber hemen her gece Roma’daki mezarlıkları gezip sabahlara kadar ölülerin ruhlarına dua etmeleriyle meşhurlar. Telaviv’den Selanik’e dek her yerde karşımıza çıktı bu Azize İria. 

 

Yani her yerde bir Azize Irene var. Bu üç çoban çocuk da mağaranın önünde dua ederken bir yanılsama yaşamış olabilirler. Kim bilir? Gerçek nerede? Onu da kim bilir? “Çıldırmış Güneş Olayını” en sona bırakalım. Ancak bu kitlesel ibadetler sırasında fotoğrafçıların olayın yeryüzü kahramanlarını (üç çocuk) ve de göksel kahramanlarını fotoğraflamamaları tam bir geri zekâlılık. Ki bunların önemli bir bölümü Portekiz’in çeşitli gazetelerinden gelen profesyonel gazeteci ve foto muhabirleri. Yoksa kutsalı resimlemek o yıllarda bir tabu muydu ya da fotoğraflanacak bir olayı/güneş mucizesini onlar fark edememişler miydi? Kim bilir?

 

Güneş Mucizesi ya da Çıldırmış Güneş Fatima olayında gerçekleşmedi sadece. Günümüzde evet 20.yy sonu ve 21.yyın başlarında da bu “mucize” halen yaşanmakta. Nasıl mı? Girin Youtube’a, arama motoruna “Miracle of the Sun” yazdığınızda karşınıza Medjugorje Mayıs 2010, Divine Mercy Hills Filipinler, New Jersey 2013 ilk karışılacağınız tam çözünürlüklü çıldıran güneş veya güneş mucizesi videoları.   Konunun bilimsel olarak açıklandığı videolar da var elbette, yani ortada bir mucize yok ancak sık sık karşılaşamayacağımız bir doğa olayı var. Tıpkı Fatima’daki gibi bir doğa olayı.

 

Fatima’nın üç sırrı olayı da tam bir komedi. 1. ve 2. mektuplarda yazılanların olaylar ancak gerçekleştikten sonra kamuoyuna açıklanması komedi olan. Bir şey olup bittikten sonra ortaya çıkıp bak ben biliyordum demek mi, yoksa olaylar olmadan ortaya çıkıp bakın bu bu böyle olacak demek mi daha önemli olan? Papa hazretleri buyurmuşlar ki “Efendim Sovyetler Birliğinin bozulacağı, Berlin Duvarının yıkılacağı, dini bir lidere suikast yapılacağı ilk iki mektupta bildiriliyordu.” Bunun böyle olacağını senden önceki papalar biliyorduysa durumu önceden bildirseler, dünyaya açıklasalar, senin (Vatikan) ve de temsil ettiğin dinin kazanacağı prestiji neden elinin tersiyle ittiniz ki? Her dinden insanın aklını karıştırmaz mıydı bu bilgilerin önceden paylaşılması? Bomba etkisi yaratırdı ama yapmadı, yapamadı Vatikan. Neden? Cevabı son derece basit, o mektuplarda yazılanlar deli saçması. Ben bu konuyla çok eskiden beri uğraştığım için hatırlıyorum da bu mektuplardan ilki sadece ibadet üzerineydi. Yabancı bir kaynakta bulmuştum bu bilgileri. İşte günde şu kadar tövbe edin, şu kadar teşbih çekin, İsa’yı sık sık anın, sevin falan, yani sıradan bir köy papazının sürekli yinelediği konular. Ancak Vatikan zaten bitmiş bu dini böyle mucize safsatalarıyla sürdürmeye çalışıyor, ne kadar sürdürebilirse. Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, yıllardır tabu gözüyle hayranlıkla baktığımız konular, yukarıda sıraladığımız soruları sorunca hemen boşluğa düşüyor. Beynimize güvenelim, her zaman her konuda aklımızı çalıştıralım, soru soralım. Anlaşılacağı üzere bu konu çok su kaldırır. Bu ve benzeri “mucize”ler hakkındaki daha geniş, tamamlayıcı diğer konulara bırakıp bu Fatima Olayını burada noktalıyoruz. Tabi şimdilik… 

 

Merakla takip edeceğiniz HANGİSİ GERÇEK AZİZE LUCIA? konulu araştırmamız hazırlanıyor....

Fatima
Jacinta, Lucia, Francisco
Filmden 1
Filmden 2
Filmden Güneş Mucizesi
O Günkü Gazetelerden 1
O Günkü Gazetelerden 2
Azize Irina
Lucia
Üç Küçük Çoban
Fatima'daki ünlü katedral
Fatima'da Mum Ritüeli
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum