SİTEDE ARA

ORYANTALİZM NEDİR? TARİHSEL GELİŞİMİ (BÖLÜM 3)
05 Ekim 2019

 

 

OSMANLI DEVLETİ’NİN İLERLEYİŞİ KARŞISINDA ORYANTALİZM

 

Yedinci yüz yıldan 1571 İnebaltı Savaşına kadar İslam, ister Arap, ister Osmanlı, ister Kuzey Afrikalı ve isterse İspanyol seklinde görülsün, Hıristiyan Avrupa’ya karşı devamlı bir tehlike unsuru olmuştur. 14. yy.dan başlayarak Avrupa’ya politik, ekonomik ve siyasi alanda devamlı engel çıkaran tek bölge Arap ve İslam dünyasıydı. Batı yönünde yol alan, fetihler yapan Osmanlı Devleti, Bölgenin hâkimi olarak Avrupa’nın hedefi durumuna geldi. Haçlı Seferleri’nden sonra Batıya karşı İslami siyasal güç olarak bu sefer Osmanlı Devleti ortaya çıkar. Özellikle Niğbolu ve Varna Savaşlarındaki başarı, Hıristiyan dünyasının İslam-Doğuya karşı bütün cesaretini kırmıştır. Bizans, 14 ve 15. yüzyıllarda Osmanlılar tarafından tehdit edilir. Dünya ticaret yollarının Osmanlıların eline geçmesiyle de Batılılık bilinci iyice güçlenir. Bu süreç içinde karşılıklı bir kültür etkileşiminin de yoğun biçim de yaşandığını görüyoruz. Ortaçağın sonlarında, sınırlarını giderek genişleten Osmanlı Devleti ile olan siyasi ve diplomatik ilişkilerin de, Oryantalist araştırmaların ilerlemesinde etkili olduğu ortadadır. İspanya ve İtalya’nın Anadolu, Suriye ve Mısır ile olan ticari ilişkilerinin de, şarkiyat araştırmalarının canlanmasında büyük etkileri vardır. Alman teolog ve Protestanlığın babası sayılan Martin Luther (1483-1546), Osmanlı Sultanını Papa’ya benzetmekte, onun Tanrı’nın bir imtihanı ve Papa’yı cezalandırmak için yarattığı bir bela olduğunu söylemekteydi. Bu düşünce İslam dünyasının Batı karsısında yekpare bir biçimde algılandığını göstermektedir. 

 

·        İnebahtı Deniz Muharebesi, 7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı Devleti ile Haçlı donanmaları arasında, Korint Kıstağı'nda, İnebahtı yakınlarında yapılan deniz muharebesidir. II. Selim dönemindeki bu muharebede donanma büyük hasar görmüş ve Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemindeki en büyük deniz mağlubiyeti olarak addedilir.

 

·        Niğbolu Muharebesi (25 Eylül 1360) Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda yürüttüğü fetih politikasının gidişatından endişelenen Macar Kralı Sigismund’un Hıristiyan dünyasından yardım istemesi ile Osmanlı Devletinin Balkanlardan çıkarmak adına Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinden ayrıca Rodos Şövalyeleri (Hospitalye Zırhlıları) katıldığı savaşta Tuna Nehri kıyısında bulunan Niğbolu Kalesi önlerinden Yıldırım Bayezid komutasından Osmanlı birlikleri Haçlı birliklerini Hilal taktiğini kullanarak bozguna uğratmış adeta Haçlı ordusunu imha etmiştir. Batı dünyası tarafından Niğbolu Haçlı Birlikleri olarak belirtilen bu hareket, Ortaçağ’da kurulan son haçlı birliğidir.

 

·        Varna Muharebesi veya Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde, Papalık önderliğinde Macar, Leh, Eflak ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan, Kral I. Ulászló komutasındaki Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan'ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır.

 

 

İstanbul’un fethinden sonraki Osmanlı tehdidinin, Avrupa için küçümsenecek hiçbir yanı bulunmamaktaydı. 1453–1553 yıllarında Osmanlı Devleti’nden, Avrupa’da hem korkuluyor, hem de bu devlet, askeri ve siyasi kurumları tehdit edilecek üstün bir güç olarak algılanıyordu. XVI. asır ve daha sonrasında Rönesans gerçeği ile beraber ortaya çıkan hümanist eğilimler, Avrupa’da eskiye nispetle daha tarafsız araştırmaların yapılmasına gerekçe olmuştur. Öte yandan Papalık da, misyonerlik faaliyetlerinin yararına olması düşüncesiyle Doğu dillerini öğrenmeyi ve Doğu ile alakalı araştırmalar yapmayı teşvik etmeye başlamıştı. Pedro de Alcala “Petrus Hispanus” (1205-1277) adlı İspanyol bilgin, 1505 yılında “Arte para ligaremente saber la kngua araviga” adını verdiği eseri yayınlamıştır. Bu kitap, bir Avrupalı tarafından hazırlanan ilk Arapça gramer eser olarak bilinir. Batı Avrupa’daki bu manzarayı gördükten sonra Doğu Avrupa’ya geçecek olursak, Müslüman Türk varlığının fetihlerine şahit oluruz. Türklere karşı başlatılan “Balkan Haçlı Savaşları” ve Bizans Rum Ortodoks Patrikliği ile Roma Kilisesinin birleşme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesine ilk tepki, bazı entelektüellerin gayretleriyle nispi bir açılım oldu: Jean de Segovie (1395-1458) Hıristiyan din adamları ile Müslüman fukaha (fıkıh âlimleri) arasında, tarafların dinleri hakkında diyalog toplantısı yapılmasını teklif etti. Nicolas de Cusa (1401–1464)De pace fidei” kitabını yayınlayarak büyük dinlerin temsilcilerini diyaloga çağırmıştı. Üstelik o, Jean de Segovie tarafından teklif edilen diyalogu gerçekleştirmek için bazı pratik teklifler de ileri sürmüştü. Onun Sa Cribratio Alcoran (1460) kitabı, İslam ile Hıristiyanlık arasındaki benzerlik ve farklılıkları dikkatle incelemeye çalışır. Yeni Papa II. Pie Jean de Segovie’nin teklifi üzerine, Fatih Sultan Mehmed’e, iki dünya arasında aklı ve iyi niyeti hâkim kılacak bir diyalog teklif ediyordu. Sebepleri ne olursa olsun, Avrupalıların Osmanlı devletine ilgi duyduklarını, onun idaresini, mali kaynaklarını, dinî yapısını öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bundan böyle Avrupalılar, Osmanlı devletini tanıma gayretlerini arttırmışlar, İslam’ı Osmanlı elbisesinde izlemeye devam etmişlerdir.

 

 

GELENEKSEL HIRİSTİYAN-İSLAM ÇATIŞMASI

 

16. Yüzyılda Avrupa’nın gözünde Türkler; sanatı, bilim ve şehirleri yok eden barbarlardır. Dinleri kaba zihinlerini yontmaya elvermediği için cahildirler. Protestanların kanaatine göre Tanrı, Hıristiyanları Türkler aracılığıyla cezalandırmaktadır. Türkler savaşı temsil ediyordu, Hıristiyanlar da barışı. Avrupa, Hıristiyan prenslerin çıkarlarının Osmanlı’ya karşı toplamıdır. Türkler kendi içlerinde kanaatkârdır, çare onları içten bölmektir. Osmanlı’da soylu sınıf yoktur. Devşirme sistemi vardır. Temel tüketim mallarına kolayca ulaşabiliniyor, hanlar, hamamlar, külliyeler, çeşmeler,  fiyatların denetlenmesi gibi sosyal görüntüler dikkat çekiyordu. Doğu; liberal olmayan, etkin ayrımcı ve organik ulus anlayışı zayıf bir sivil toplum ve onu ezen otoriter, despotik bir devlet anlayışına hâkimdir. Tarihsel anlamda düzensiz gelişen şiddetle sosyal patlamaların, tarihsel felaketlerin yeridir. Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında 1806’da imzalanan Sanak antlasmasından sonra “Question d’Orient: Doğu Sorunu” nun günden güne artan bir ağırlıkla Akdeniz ufuklarını sarmaya başladığını görüyoruz. İngiltere’nin Doğu’daki çıkarlarını Fransa’ya oranla dahi ileri ölçülerde idi. İmparatorluğun en uzun yüz yılı seklinde ince bir vurguyla tanımlanan 19. yüzyıl, İslam Dünyası için bir kırılma devresidir. Batının emperyal amaçları kısmi olarak gün yüzüne çıkmış, Batı orijinli ideolojiler, İslam memleketlerinde boy göstermeye başlamıştır. Bu yüzyıla gelinceye dek, Osmanlı tarihinin misyonu, İslam ve Doğu dünyasının, Batı’ya karsı savunuculuğunu yapmak olmuştur. Doğu-Batı ilişkilerinde Osmanlı Devleti ağırlığını koymuş ve dünya siyaset dengeleri içerisinde de bu kimliğiyle yar almıştır. Osmanlı Devleti ile olan siyasi ve diplomatik ilişkiler de, Oryantalist araştırmaların ilerlemesinde etkili olmuştur.

 

İspanya ve İtalya’nın Anadolu, Suriye ve Mısır ile olan ticari ilişkilerinin de, şarkiyat araştırmalarının canlanmasında büyük etkileri olmuştur. Oryantalist, Doğu hakkında belirli bir politika düzenlemek isteyen bir Batılı devletlerin gizli ajanı gibi çalışmak zorunda kalabilirdi. Ancak gizli Oryantalizmin doktrinleri ile açık Oryantalizmin gösterileri arasındaki bu ayırım hiçbir zaman birinci Dünya Savasının sonunda İngiltere ve Fransa Türkiye’yi parçalamaya kalkıştığı zamanda olduğu kadar açık ve seçik biçimde ortaya konmamıştı. Ameliyat masasının üzerinde tüm zayıflığı, karakteristik çizgileri ve ana hatları ile Avrupa’nın hasta adamı yatıyordu. Sebepleri ne olursa olsun, Avrupalıların Osmanlı Devletine ilgi duyduklarını, onun idaresini, mali kaynaklarını, dini yapısını öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bundan böyle Avrupalılar, Osmanlı Devletini tanıma gayretini artırmışlar, İslam’ı Osmanlı elbisesinde izlemeye devam etmişlerdir. Kemal Tahir’in vurguladığı sekliyle Osmanlı, Doğunun sömürülmesini önleyen tek güçtür. Bu yüzden de yıkılıncaya kadar Batının hedefi olmayı sürdürmüştür.

 

(3.   Bölümün Sonu)

İNEBALTI DENİZ SAVAŞI
NİĞBOLU SAVAŞI
VARNA SAVAŞI
MARTIN LUTHER
JEAN DE SEGOVIE
NICHOLAS DE CUSA
DE PACE FIDEI - N.DE CUSA
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum