SİTEDE ARA

DÜYUN-I UMUMİYE VE OSMANLI EKONOMİSİNE ETKİLERİ
02 Haziran 2019

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Hatırlanacağı üzere kısa bir süre önce Türkiye’nin toplam dış borcu açıklandı. Ve bu açıklamalar kamuoyunda oldukça önemli sayılabilecek boyutta tedirginlik yarattı. “Ülke Ekonomisi nereye gidiyor?” sorusunun ısrarla yinelenmesine neden oldu.

Gelin olaya biraz daha yakından bakalım, bakalım ki konumuzun başlığı ve de içeriği hakkında az da olsa fikrimiz olsun. Türkiye'nin 31 Aralık 2018 itibarıyla brüt dış borç stoğu 444,9 milyar dolar, net dış borç stoğu Dolar bazında tam 280,3 milyar. Bunlar bizim değil Maliye Bakanlığı’nın verdiği rakamlar.

 

Bir kez daha detaylandırarak yineleyelim. Hazine ve Maliye Bakanlığı, 31 Aralık 2018 itibarıyla brüt ve net dış borç stoğu, Hazine garantili dış borç stoğu ve kamu net borç stoğu ile AB tanımlı genel yönetim borç stok verilerini açıkladı. Buna göre, 31 Aralık itibarıyla Türkiye'nin brüt dış borç stoğu 444,9 milyar dolar oldu. Stoğun milli gelire oranı yüzde 56,7 olarak hesaplandı. Türkiye'nin net dış borç stoğu ise aynı dönemde 280,3 milyar dolar. Stoğun milli gelire oranı yüzde 35,8 olarak kayıtlara geçti.

 

Söz konusu dönemde Hazine garantili dış borç stoğu 13,9 milyar dolar. Kamu net borç stoğu ise bu dönemde 506,9 milyar lira olarak gerçekleşti. Stoğun milli gelire oranı yüzde 13,7 olarak belirlendi. AB tanımlı genel yönetim borç stoku 1 trilyon 123 milyar 619 milyon lira, bu rakamın milli gelire oranı yüzde 30,4. Bu rakamlar ekonomiyle ilgili bilinçli okurlarımız için önemli. Türkiye’nin bu bizce “Dış Borç Çıkmazı” hususundaki şahsi görüşümüzü de belirtip, ulusal borçlanmamızın, ta Osmanlı’dan günümüze kısa bir tarihçesine göz atalım.

 

Bu güne kadar  Türkiye hem cari açık  verip, hem de bu açıktan daha fazla borçlanarak net dış kaynak sağladı ve büyümesini bu dış kaynak ve yabancı sermaye girişi ile sürdürdü. Böyle bir sürecin sürdürülmesi elbette imkânsızdı ve terse döndü.

Dahası da, bundan sonra büyüsek te varlığımız artmaz. Çünkü eğer dış kaynak muslukları kesilir ve zorunlu olarak net dış borç ödeme sürecine girersek  büyüsek bile yoksullaşırız. Net dış borç mürettebatının milli gelire oranı, büyüme oranından daha fazla olursa net kaynak çıkışı olacak ve varlığımız azalacak, fakirleşme süreci başlayacaktır.

 

Özetle yıllardır hovardaca kullandığımız dış kaynak nedeniyle işin içinden bedel ödemeden çıkmamız imkânsız görünüyor. Türkiye'nin dış borç stoku çok yüksek değil. Dış borç stokunun milli gelire oranı 2018 de yüzde 57 oldu. Ne var ki dış borç ödeme kapasitemiz oldukça düşük seviyelerde. Cari açık verdiğimiz sürece bu kapasite düşük kalacaktır.

 

Merkez Bankası verilerine dayanarak yaptığımız araştırmalar dış borç riskinin  bir hayli yüksek olduğunu gösteriyor. Merkez Bankası verilerine göre, bir yıl ve kısa vadeli dış borçlar ile vadesi bir yıl içinde dolacak olan uzun vadeli dış borçlar; yani bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borçlar 177 milyar dolardır. Buna karşılık Merkez Bankası'nın döviz, altın, resmi rezervi 100 milyar dolar. Dahası, bunun 31.8 milyar doları, bir yıl içinde ödenecek hazine garantili dış borçlar ile bankacılık sektörünün döviz ve altın cinsinden zorunlu karşılıkları olan ''Şarta bağlı döviz yükümlülükleri''dir.

 

Türkiye'nin dışarıda 5 yıllık tahvillerinin risk primi olan CDS,  27 Martta 475,13 baz puana çıktı. Bu şartlarda Türkiye yüzde 8' faiz oranından daha aşağı yeni dış borç bulamaz. Dış borçları çevirmekte zorlanır. Bir karşılaştırma yaparsak, Rusya'nın CDS'i 130,49, Almanya'nın 11,81 ve Japonya'nın 22,96' baz puandır.

 

Buna karşılık Türkiye de etkin bir borç idaresi mevcut değildir. Borç idaresi görevini hazine yapıyor. Hazine'nin ilan ettiği dış borç stoku  altı ay öncesine, 2018 yılının üçüncü çeyreğine aitti. Yani? Yani güncel değil. Kamu sektörünün dış borçları toplam içinde dörtte bir kadardır. Ne var ki dış borçlarda kamu, özel ayırımı yapmak mümkün değildir. Tek gerçek Türkiye'nin önemli miktar ve oranlarda dış borçları vardır. Kamu veya özel, bu toplam borç stoku, borç ödeme kapasitesini, borçlanma faiz oranını kaçınılmaz şekilde etkiliyor.  Borç riski yüksekse tüm ekonomi bundan etkilenir, bu yadsınamaz.  Kamu veya özel, dış borç hareketleri döviz kuruna da tesir eder. Kurdaki değişmeler de tüm ekonomiyi etkiliyor. Ayrıca dış borçların geri ödenmesi, ister kamu ister özel sektör olsun, döviz talebini artırıyor.

 

Çözüm nedir? diye sorarsanız.. Bize göre Türkiye  Hazine dışında, daha etkili bir ''Borç Yönetim İdaresi '' kurmalıdır. Nasıl mı? Onu da bir sonraki yazımızda izaha çalışacağız.

 

Evet, güncel borç durumumuza şöyle bir göz attıktan sonra gelin Osmanlı’dan bu yana ülkemizdeki ekonomik gel-gitlere bir göz atalım. Tarihçesine…

1854-1874 yılları arasında Osmanlı Devleti on beş defa borçlandı. Bu borçlanma 127 milyon Osmanlı altınıyken faiziyle birlikte ödemekle yükümlü olduğu miktar 239 milyon Osmanlı altınıydı. Bu borçlanmalar, Avrupalı kredi kuruluşları için kârlı bir yatırımdı. Sultan Abdülaziz saltanatında 2 değişik dönemde toplam bir yıl yedi ay on bir gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı olan Mahmut Nedim Paşa (1818-1883) hükümeti döneminde inşa edilen Beylerbeyi Sarayı’nın masrafları eyaletlere fazladan vergi yükü getirdi.

 

·        Sultan Abdülaziz (1830-1976), 32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesidir. II. Mahmud ve Pertevniyal Sultan'ın oğlu, Abdülmecid'in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşında iken tahta geçmiştir. Tahttan indirilip öldürülen son padişahtır.

 

1875 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti artık Batılı devletlerden ve bankerlerden borç alamayacak duruma geldi. “93 Harbi” olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devleti çok ağır bir yenilgiye uğradı. Bu sonuçla birlikte devlet ekonomisinde dış borç ödemelerinde sıkıntılar ortaya çıktı. Vadesi gelen ödemeler yapılamadı. Bunun yerine 17 milyon liralık kâğıt para bastırılarak hazine rahatlatılmaya çalışıldı.  Osmanlı İmparatorluğu alınan borçların anaparası bir yana faizlerini bile ödeyemez aşamaya geldi. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu bir kararname yayınlayarak vadesi gelen borçların yarısını ödeyeceğini açıklayan bir çeşit moratoryum ilan etti. Ne var ki bu söze de uyulamadı. 1877 – 78 Osmanlı – Rus savaşıyla (93 harbi) birlikte imparatorluk dış borçlarının yanı sıra Galata bankerlerinden almış olduğu iç borçları da ödeyemeyeceğini açıklamak zorunda kaldı.

 

·        Moratoryum, borçlanıcının, ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilân etmesidir. Genelde borçlu ve alıcı arasında borcun yeniden yapılandırılması ile sonuçlanır.

 

1878 Berlin Konferansı’nda ele alınan konulardan biri Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödemesiydi. 1879’da bir araya gelen taraflar anlaşma kararı aldı. Alınan borçlanma kararlarına göre Rüsum-ı Sitte (altı vergi) adıyla anılan vergileri toplamak üzere Rüsum-ı Sitte İdaresi kuruldu. Resim ya da çoğulu olan rüsum, damga vergisi gibi dolaylı vergileri ifade ediyor. Sitte ise altı anlamına geliyor. Altı adet geliri kapsadığı için idareye bu ad verilmişti. Dış borçlardan alacaklı Avrupa devletleri yalnızca Galata bankerlerine olan iç borçlar için böyle bir idare kurulmasına tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu bazı gelirlerini doğrudan borç ödemelerine tahsis etmek zorunda kalmış oluyordu. İş bu kadarla da bitmedi.

 

Yabancı devletler iç ve dış borçların ödenmesinde kullanılmaya ayrılan bu gelirleri toplama ve alacaklılara ödeme görevinin de Osmanlı devletinden ayrı bir idare kurularak ona devredilmesini istediler. Osmanlı Devleti, alacaklı tarafların temsilcilerini İstanbul’a çağırdı. 1881’de yapılan toplantılar bir anlaşma ile sonuçlandırıldı.  Rüsum-ı Sitte İdaresinden istenilen sonuç elde edilemediğine karar verildi.  Bunun üzerine Osmanlı borçlarının ve borç faizinin tek elden ödemesi fikri ortaya çıktı.  20 Aralık 1881’de yayınladığı ile Rüsum-u Sitte İdaresi’ni kaldırarak yerine Düyun-u Umumiye İdaresi’ni kurdu. 1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun-u Umumiye’nin idare meclisi biri İngiliz ve Hollandalı borç verenlerin, biri Fransız, biri Alman, biri Avusturyalı, biri İtalyan borç verenlerin, biri ayrıcalıklı tahvil sahiplerinin temsilcilerinden ve biri de Osmanlı tebaasından olmak üzere 7 kişiden oluşuyordu. İdare binası bugünkü İstanbul Erkek Lisesi binasıydı.

 

Düyun-u Umumiye İdaresi bu gelirleri toplayarak iç ve dış borçların alacaklılarına ödemeye başladı. Meclisin her yıl hazırladığı bütçe hükümetçe onaylanıyordu. 1882 yılında çalışmalarına başlayan meclis, kendisine bağlanan vergileri doğrudan toplamakla yetkiliydi. Birikmiş borçların yarısından fazlası silinip indirim yapıldı. Teminat olarak da Kıbrıs, Doğu Rumeli ve Mısır vergileri gösterildi. Koşullar ne olursa olsun, II. Abdülhamit idaresi, alacaklıların bağlı oldukları devletleri muhatap almak yerine doğrudan alacaklıları muhatap alıp uluslararası baskıyı az da olsa hafifletmeyi başarmıştı.

 

·        II. Abdülhamid (1842-1918), Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı ve çöküş sürecindeki devlette mutlak hakimiyet sağlayan son padişah. Tahtta kaldığı yıllarda imparatorluk dağılma dönemini yaşadı; başta Balkanlar olmak üzere çeşitli bölgelerde çıkan isyanlara ve Rusya İmparatorluğu'na karşı kaybedilen 93 Harbi'ne tanıklık etti.

 

Ancak…… Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almış oluyordu. Düyun-u Umumiye İdaresi bu vergileri toplamakla kalmadı, bir süre sonra sanayi ve ticaret alanında yatırımlara da girişmeye başladı. 1912 yılı itibariyle Maliye Bakanlığında 5500 memur görev yaparken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde 9000 memur çalışıyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu.

 

Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşmasıyla bu kurumun işleyişine son verildi. Osmanlı borçları Lozan’da imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü. Türkiye, Osmanlı borçlarının geri ödenmesini ilk borcu aldığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra 1954 yılında tamamladı. Osmanlı borçlarının tasfiyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin 30 yılına mal oldu. Cumhuriyetin ilk kuşaklarının dış borçlanmadan uzak durmasının en önemli nedeni 1954 yılına kadar ödemesi sürmüş olan Düyun-u Umumiye borçlarıdır.

 

Batıştaki ilk adım 1535 yılında Kanuni tarafından Fransızlara tanınan kapitülasyonlardır. Kapitülasyonlar sonradan genişletilerek neredeyse bütün Avrupalılara tanınmak zorunda kalındı. İmparatorluğun sanayi ve ticaret alanındaki batışının başlangıcı kapitülasyonlarsa finansal anlamda batışının başlangıcı da 1854 tarihli dış borçlanmadır. 1882’de faaliyete geçen Düyun-u Umumiye yönetimi ise bu batışın tescilinden ibarettir.

 

Konu oldukça önemli, bu nedenle daha kolay açıklamak ve hafızalarda kolayca kalmasını sağlamak amacıyla devam edelim. Biraz daha sabır...

Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin Osmanlı ekonomisine nasıl etkide bulunduğunun analizini yapabilmek için öncelikle İdare kurulmadan önceki dönemin hangi ekonomik şartlara sahip olduğu irdelemek gereklidir. İkinci aşamada da, kurulan bu idarenin faaliyet gösterdiği dönem ile önceki dönem arasındaki ekonomik farklara değineceğiz. Bu sayede kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin Osmanlı ekonomisine olumlu ya da olumsuz etkide bulunduğu anlaşılabilir. Bu farklar aranırken de Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kendi yönetimine bırakılan gelirleri nasıl yönettiği, ülkeye giren doğrudan ve dolaylı yatırımları ne yönde etkilediği, faaliyetleriyle devletin mali itibarına nasıl bir katkıda bulunduğu ve kurduğu teşkilatın, dönemin modern yönetim anlayışına uygun olup olmadığı hususlarını da sıkı bir analizden geçireceğiz. Sayılan bu hususlarla Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulduğu tarih olan 1881 yılından önceki döneme göre ilerleme kaydedilmişse, kurumun iktisadi anlamda faydalı bir kurum olduğu sonucuna varılabilir.

 

·        Düyun-u Umumiye, 1881-1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun dış borçlarını denetleyen kurumdur. II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, "Genel Borçlar" anlamına gelir. Düyun-u Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır.

 

Öncelikle Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin gelirlerinde 1882 ile 1914 arasında nasıl bir değişim olduğuna bakılmalıdır. Düyun-ı Umumiye Meclisi faaliyetlerini sürdürürken karşılaştığı zorluklara rağmen gelirlerini sürekli olarak artırmayı başarmıştır. İlk beş yılda gayri safi gelirin yıllık ortalaması 2.339.749 lira, ikinci beş yıllık ortalamaya göre 2.328.444 lira ve 1892’den 1897’ye kadar geçen beş yıl içinde bu ortalamanın 2.503.261 lira olduğu görüyoruz. Tütün rejisi hariç bütün gelir kaynaklarını bizzat idare eden Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin gelirlerini artırmış olması, bu kurumun iktisadi başarısının da bir kanıtı niteliğinde değerlendirilebilir. Bunun yanında kurumun gelirlerini artırmış olması Osmanlı Hükümeti ile ilişkilerinin de iyi olduğunu göstermektedir. Görülecektir ki Düyun-ı Umumiye İdaresi en büyük gelir artışlarını Osmanlı Hükümeti’nin yardımını aldığı sektörlerde yakalamıştır. Hükümetten destek alamayan sektörlerde ise gelir artışı sabit kalmıştır. Bu söylenenleri destekler nitelikte verileri İdare’nin 1882- 1914 yılları arasında elde ettiği safi hâsılatın değişiminin incelediğimizde görüyoruz. İdarenin sözü geçen dönem boyunca gelirlerini toplamda artırmayı başarmıştır. Bununla birlikte en büyük gelir artışlarını yukarıda da belirttiğimiz gibi Osmanlı Hükümeti’nin desteklediği sektörlerde yakalamıştır.

 

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)

 

MAHMUD NEDİM PAŞA
MAHMUD NEDİM PAŞA'NIN BOĞAZ'DAKİ YALISI
DÜYUN-I UMUMİYE
BORÇ TAHVİLİ
  • YORUMLAR (0)
  • YORUM YAP
    • İlk yorumu sen yap.
  • Ad Soyad E-mail Adres Yorum